31 Aralık 2012 Pazartesi

2012 YILININ EN GARİP OLAYLARI



2012 nin en garip olayları En garip demek belki yanlış olabilir ama, en ilginç olaylarının bir toplu gösterisi diyebiliriz. Bu olayların bir çoğunu sitede inceledik. İncelemediğimiz bir iki adeti içinde konu dışı kabul ettik. Tekrar etmeden yılın sonunda bir elden geçirelim istedim…

28 Kasım 2012 Çarşamba

LEY HATLARININ ANADOLU’DAKİ KESİŞME NOKTALARI

LEY HATLARININ ANADOLU’DAKİ KESİŞME NOKTALARI
  Medeniyetler Beşiği Anadolu’nun Avrupa ile Asya’yı birbirine bağlayan köprüsünün asıl adı İstanbul şehridir. Bu köprü şehir görünenin ardındaki görünmeyende de sırlarını hala saklamaktadır. Kimbilir belki de gelecek İstanbul'un gizemlerini bizlere bir bir açarak; binlerce yıldır herkesten saklanan evrensel kültürlere ait bazı bilgilerin açığa çıkmasını sağlar. Neden olmasın?...
  Antik çağlara kadar uzanan kadim bilgelik ekollerinin gizemli bilgilerle elde ettikleri anlayışlar, "Tanrının Bedeni"sayılan evrenin sonsuzluğundan söz eder. Sonsuz bir evrenin bir minicik parçacığı olan dünyamızsa, yeryüzündeki eğimleri, oluşları sağlayan enerjetik güç merkezlerine sahiptir. Bu merkezlerin her biri değişik türden bir güç yaymaktadır. Özellikle bazı ülke ve şehirler kozmik enerjilerin ara istasyonları görevini görerek belirli enerjetik dengelerin kurulmasına ve yayılmasına neden olur.
  Başka bir deyimle bu merkezler kuruluşlarındaki gizemli bilgiler nedeniyle kadim zamanlardan beri, çok gelişmiş uygarlıkların matematiksel hesaplarını yansıtma ve bizi üzerinde düşünme görevini de üstlenmiş sayılırlar. Hem otomatik bir şekilde kendi güçlerini sürekli yeniden yaratmakta hem de bağlı oldukları kozmik birimlerden sürekli enerji yansıtmaktadırlar. Ancak bu enerji merkezlerinin tümünü maddesel mekanlarda, yerlerde, binalarda aramak da her zaman doğru değildir.
  Bizim bu gözlerimizle baksak da göremeyeceğimiz (enerjetik bir değeri olduğu için beş duyu ile tespit edemeyeceğimiz) fizikte yer tutsada salt enerjiden oluşan merkezler olabileceği gibi; maddesel yansımalarıyla görünen halde olan yakınlarında, içlerinde gezenleri psişik ve enerjetik olarak etkileyen maddi yani tamamen görünür merkezlerde vardır. Antik ve ezoterik Mısır, Yunan, Aztek, Maya ve İskandinav inanışları ve onların gizemli sırları bu anlayışa iyi bir örnek teşkil eder. Ezoterik öğretilerde, evrendeki merkezlerle dünyamızdaki merkezler arasındaki ilişki gezegenimizin yüksek noktaları ve yeraltı geçitIerinin aracılığılıyla sürdürülmektedir.
Bu tür merkezler hangileri ve neredeler?
  Kuram ve inanışa göre güç merkezi dendiğinde akla gelen ilk yerler Mısır' daki Ehramlar (başta Keops olmak üzere), And dağlarındaki yaşı bilinmeyen kent ve uygarlık kalıntıları, Himalaya dağları, Tibet'in Lasha kenti ve oradaki tapınakların oluşturduğu çember, Yunan mitologyasına göre tanrıların konutu olan Olimpos dağı ve Doğu Afrika'daki dağ silsileleri olarak bilinir. Tabii bunlar arasında adı fazla geçmemiş İstanbul gibi gizemli kentler de vardır.
  Dünya'nın yüksek dağları, yerleri ki bunlar aynı zamanda, kayıp kıtalar ve kadim uygarlıklar kuramına ya da varsayımına da bağlıdırlar; bir çeşit anten görevini görüyorlarsa, birer yansıtıcı olarak kullanılıyorsa İstanbul'un yedi tepesi için benzer bir işlev neden düşünülmesin?...
  Kimi araştırmacılar, güç merkezi ve "anten" denildiğinde, eskinin izlerini ve anılarını taşıyan sütunlara, dikilitaşlara belirli bir önem ve işlev tanımaktalar; kimi araştırmacılar ise, birer iletişim yolu olarak yeraltı geçitlerine, dehlizlere daha önem vermekteler. İstanbul her iki konuda zengin ve ilginç bir çeşitlemeye sahip olduğundan yorumları ve örnekleri çoğaltmak her zaman olasıdır.
7 Tepeli Şehir
  İstanbul, Roma gibi, yedi tepe üzerinde kurulu, çok eskilere dayanan bir merkez kenttir. Bu merkez kentin yedi tepe üzerine kurulmuş olması gizem aynı zamanda da jeolojik ve topografik bir özelliktir. Başlangıç olarak bu tepeleri bir sıralayalım ve anımsatalım:
1 - Sarayburnu tepesi
2 - Nuruosmaniye tepesi
3 - Beyazıt tepesi
4 - Fatih tepesi
5 - Sultanselim tepesi
6 - Edirnekapı tepesi
7 - Davutpaşa tepesi
Sıraladıktan sonra da bu tepelerde bulunan bazı yerleri de eski ile bağlantılar kurarak saptayalım :
 
1 - Sarayburnu tepesi - Topkapı Sarayı ve Ayasofya
2 - Nuruosmaniye tepesi - Nuruosmaniye Camisi ve Çemberlitaş
3 - Beyazıt tepesi - Beyazıt ve Süleymaniye camileri
4 - Fatih tepesi - Fatih Camisi
5 - Sultanselim tepesi - Sultan Selim Camisi
6 - Edirnekapı tepesi - Tekfur Sarayı, Kariye Camisi
7 - Davutpaşa tepesi - Çukurbostan Sarnıcı (Ermiş Mocius sarnıcı)
  Yedi tepede değişik tarihlerde inşa edilen yedi ibadet yeri, iki saray, gizemlerle donatılmış bir sütun ve eski bir ermişe adanmış bir sarnıç var. Sayıların üzerinde biraz duralım: tepelerin ve ibadet yerlerinin sayısı (yedi) eşittir, geriye kalanları topladığımızda elde ettiğimiz sayı dörttür, yedi ile dört ise eşittir onbir. Bu üç sayı (dört, yedi, on bir) üzerine durup bunların, çeşitli inanış ve kültürlerdeki, değer ve anlamlarını sıralayalım:
- Dört: Yunan felsefecisi ve matematikçisi Fisagoras'a göre bu sayının anlamı "doğruluk", "adalet" ve "dünya" dır; Türk mitolojisine baktığımızda: Göktürklerde dört yönü temsil eden dört tanrı buluruz; Şamanların hırkalarında dört adet çıngırak vardır; Abakan Türklerinin kutsal törenleri dört kutsal kayın ağacının yanında yapılırdı; ilk kez cennetten çıkma olan atın dört gözü vardı.
  Başka kaynakları incelediğimizde; gizemsel ve ezoterik inançlara göre dört tanrıyı, dolayısıyla en üstün yüceliği, simgeleyen sayıdır ve ilginçtir ki, bazı dinlerde tanrının adı da dört harften oluşmaktadır, örneğin;
Latince'de Deus
Mısır' da Amun
Sümer' de Jabe
Asur' da Adad
İran' da Sire
Tatarlar' da İtga
Yahudiler'de Yhvh
İhvan-ı Safa'nın "Risaleler"inde ise dört aşağıda olduğu gibi değerlendirilir:
  "Tanrı, tabiattaki her şeyi dört grup halinde yarattı. Mesela sıcaklık ve soğukluk, kuruluk ve nemlilikten oluşan dört fiziki özellik; ateş, hava, su ve topraktan meydana gelen dört unsur; kan, balgam, sarı ve karasafradan oluşan dört salgı;dört mevsim... dört esas yön... dört rüzgar...takım yıldızlara göre tayin edilen dört yön, metaller, bitkiler, hayvanlar ve insanlardan oluşan dört ürün."
  Bundan başka dört ölümsüzlüğün, dayanıklılığın, ısrarın, başarının ve umudun sayısı olarak da bilinir.Dört ikinin karesinden oluştuğundan gelişmiş bir sayı olarak kabul edilir. Kare ise maddede eşitlik ve dengeyi sağlamaktadır. Kare şekil olarak da sembolizmde Dünya Küresini simgeler.
- Yedi: "Yedinin kutsal bir nitelik taşıdığı inancı Anadolu ile onun komşularıyla olan ilişkilerinde ortaya çıkıyor. Yedi çok önemli bir sayıdır. Mısır, Sümer, Akad, İran, Hint, Hitit daha sonra Yunan, Roma uluslarının düşüncesinde yedinin ayrı bir önemi, bir kutsallığı vardır sayı olarak. Genellikle kutlu, uğurlu sayılır." Tanrısallığın sembolüdür. Örneğin: Yedi kat gök, yedi kat yerin altı inançları; yedi yerden yamalı, yedi iklim, yedi deniz, yedi başlı yılan v.b deyimleriyle yedinin önemi belirtilmeye çalışılmıştır. Yedi sembolizmde Tanrıyla dünyayı birleştiren bir sayı olarak tanınır. Çünkü üç, teslisde olduğu yaradan, yaşatan ve öldürenin, dört ise hava, ateş, su ve toprak elemanlarının oluşturduğu Dünya'nın sayısı ve simgesidir. Diğer bir yaklaşımla Yedi yerle göğü birleştiren tanrısallığın da sembolü olan bir sayıdır. Dört dünyayla üç de gökle ilgilidir. Dünyada elde edilebilecek en son bilgiler 7'den verilir. Yedi hareket halindeki evrenin olduğu gibi uzayın ve zamanın da toplamını simgeler. Bu bakımdan Apokolips'in şifreli sayısıdır. Yedi aynı zamanda Güneş'e ait olup eril bir sayıdır.
- Onbir: (ilk kez dört artı üç, yani iki kez tanrının sayısı ile dünyanın sayısı) Onbir tartışmalı bir sayıdır ve genelde şansı ve gizli refahı simgeler. Hakimiyetin, gücün, cesaretin, mücadele ve başarının sayısı olarak bilinir. Onbiri suçluları takibeden ve suçları araştıran tehlikeli bir sayı kabul eden inançlar olduğu gibi Rene Guenon gibi onun hieoros gamos’un yani mikrokozmosla makrokozmosun kutsal evliliğinin büyük sayısı olduğunu söyleyenler de vardır.
  Sayılara kapılıp İstanbul' dan ve yedi tepelerinden sanki bir hayli uzaklaştık gibi gözükse de belirli sayıların gizemsel anlamları üzerinde durmamızın nedeni, tepelerle ilgili sayıları incelediğimizde, bunların da tepelerdeki güç potansiyelini kanıtlamaları, en azından işaret etmeleridir.
  Örneğin: Rumeli Hisarı'nın yedi burcu ile İstanbul'un yedi tepesi arasında bir bağlantı kurulabilir. " ... yaklaşık 500 metre yükseklikten deniz tarafından bakıldığında Rumeli Hisarı'nın konumu, Osmanlıca bir tür elyazısı şekli olan Hattı Kufi ile yazılmış Muhammed sözcüğü yazmaktadır bir başka açıdan bakıldığında ise bu kez Arapça Mehmet sözcüğü yazmaktadır.
  Ve böylece, Rumeli Hisarı da bir başka inanışa yol açarak kentimizin gizemler yaratan, gizemler taşıyan mekanları arasında yerini bulmuş oluyor.

Kaynak:http://www.astroset.com/bireysel_gelisim/anadolu/g_anadolu1.htm

LEY HATLARI Ley Lines


Tarih boyunca inşa edilen bina ve tapınakların mimarları, yerbilim uzmanlarıyla birlikte gizemli LEY hatlarını arayıp titizlikle buldular ve binalarını onların üzerine kurdular. Siz de dünyanın enerjiyle akan akapunktur noktalarına metafizik bir yolculuğa hazır mısınız?

leyhatlari Ley Hatları | Ley Lines
http://www.flickr.com/photos/canyonlights/327589075/
Öncelikle adım adım gideceğimizi söyleyebilirim. Bu enteresan konuyu anlaşılır bir dille size sunmaya çalışacağım. Konu 1921 yılında Batı dünyasının gündemine ilk kez geldi. Arkeolog Alfred Watkins, aslında Britanya’nın kullandığı yollara temel olan eski Roma yollarını inceliyordu. Bunları incelerken o yolların da daha eski uygarlıklara ait yolların üstüne kurulduğunu buldu. İnsanlar bir şekilde gözle görülmeyen bir akışı hiç terk etmemişlerdi. Uygarlıklar uygarlıklara yerlerini devrederken, ley hatlarına sadık kalmışlardı. Ley akışları üzerine anayollarını kuruyor ve yol boyunca bu enerjiden hayat bulmak istiyordu. Ley akışlarının merkez olduğu yerlere kiliselerini, mabedlerini ve hipodrumlarını, stadyumlarını inşa etmişlerdi.
alfredwatkins Ley Hatları | Ley LinesAlfred Watkins, yararlandığı antik haritalar, yer isimlerinin eski dillerdeki isimlere benzerliği ve çatal çubuk yöntemiyle ley hatlarını tespit etti. Modern haritalarda görünmeyen çoktan kaybolmuş, toprak altında kalmış eski yapılara ulaştı.
Teoriyi destekleyecek şekilde, gerçekten de bugün ortada hiçbir izi görünmeyen gömülmüş bu arkeolojik eserler, ley hatları üzerinde uzmanları bekliyordu. Tek yapılması gereken, leyin nereden nereye gittiğini bulup takip etmekti.
Ley” kelimesini literatüre kazandırırken kastettiği, “toprağın temizleyici şeritleri” ya da “çayırlık” bölgeydi.
Alfred Watkins’in bulduğu Ley hattı:
http://en.wikipedia.org/wiki/The_Old_Straight_Track
Alfred Watkins’in kitabını Google Books’da okuyabilirsiniz. (İngilizce)
Ley Lines: Early British Trackways, Moats, Mounds, Camps and Sites


Sonraları konu derinden incelenince bu eski yapıların zincir halinde Avrupa boyunca gittiği anlaşıldı. Özellikle Keltler ve Druidler doğa ruhlarına yakın inanışları ile dünya enerjilerinin güçlü olduğu yerlerde tapınaklar inşa etmiş, kurban alanları, dinlenme ve toplanma yerleri yapmıştı. İşin ilginci zamanla Avrupa kıtasına yayılan Hıristiyanlık dini aynı yerlerin üstüne yeni tapınaklarını kurmuştu. Bu ilginç adetin Türk medeniyetleri tarafından da aynen uygulandığını çok iyi bilirsiniz. Köklü kiliseler ve binalar, bugün cami olarak ibadet amaçlı kullanılmaktadır.
Avrupada’ki eski toplumlara dönecek olursak, özellikle Druidlerin ve Keltler’in Avrupa üzerinde bir omurga kemiği gibi birbirini izleyen taş yapıları, megalitleri, Altarları, dolmen ve menhirleri arka arkaya dizmeleri müthiş bir hat gibidir. Bu açıdan bakıldığında Stonehenge gibi noktalar yine bu çalışmanın parçası gibi görülmelidir. Özellikle bir kaç ay önce Stonehenge yakınlarında şu anda bir gölün altında kalmış olan yine benzer bir yapı keşfedildiğinden beri bu sıradışı yapılar daha bir titizlikle ilişkilendirilir oldu. Stonehenge tek örnek değildir. Bu taş dizilimi sık sık uygulanmıştır.

DÜNYAYI GEZEN LEY HATLARI

Amerika kıtasında Mexico’dan başlayarak devam eden piramit serisi, sade vatandaşın sandığından çok çok fazladır. Aynı şekilde Mısır’da 3 tane piramit olduğunu düşünüyorsanız Kralllar vadisine uzanan piramit serisi sizi oldukçaşaşırtacak demektir. Ve Çin’de gizlenen piramitleri, hatta Anadolu höyükleri ve bir kısmının içindeki yapılan mini piramitler başlıbaşına konular olabilir. (Çin piramidini görmek için tıklayın)
Ley hatlarının gözle görünür simgeleri olan bu binaların dizilişi gibi, devasa uzunluktaki Çin seddi de, binlerce yıllık sağlıklı bir akışın ve diğer enerjiler için blokajın kaynağıdır. Çinliler için ley hatlarının geleneksel ismi Dragon çizgileri / Ejderha çizgileridir.
Çin’de ve özellikle uzakdoğu’da saygıyla uygulanan Feng Shui bilimi için yeryüzü, üzerinde kurulacak binanın sağlığı, iyi şansı ve başarısı için temeldir ve çok önemlidir. Bina bu enerjiyi yeryüzündeki dragon çizgilerinden alır. Topraktan akan “enerji nehri”, olumlu bir akışa ve yaşamsal berekete sahipse, artık bundan sonrası evin yapıldığı malzemeye, kapısının açıldığı yöne, içindeki eşyalara, suyun ateşin ve odaların şekline bağlı olarak ev sahiplerine özellikle sağlık, mutluluk ve iyi bir hayat getirecektir. Feng shui, cansız nesnelerin mobilyaların ve dünya toprağının canlılara etkisini en iyi hale getirmek için çabalar. Bu bilim o denli ciddiye alınır ki dünyanın en uzun gökdelenlerinden ve ağırlık dengesi hareketli bir topla sağlanan mimari şaheseriTaipai 101‘e doğrudan gelen caddenin yaratacağı olumusuz enerji akışını dengelemek için mimarlar binanın önüne su çeşmesi ve havuz yaptırmıştır.
taipei101cesme Ley Hatları | Ley Lines
(Bu konuda daha detaylı bilgi almak istiyorsanız “Binaların Gizli Dili” makalemi okuyabilirsiniz)
akapunktur 199x300 Ley Hatları | Ley LinesYine Çinliler akapunktur tedavisini binlerce yıldır uyguluyorlar. İnsan üzerinde yaşamsal enerjilerin aktığını ve bunların geçtiği merkezleri, bu merkezlerin bağlı olduğu organları biliyorlar. Örneğin kulak memesine bağlı olarak, bedene uzanan hatlardaki tıkanıklık ve fazlalıkları minik iğneler saplayarak dengeliyorlar.
Bu gözle baktığımızda kimi kadim öykülerde bulduğumuz, zamanında dünya enerjisindeki hastalanmaları onarmak için zinciler halinde yapılmış eski binalar, dikilitaşlar bambaşka açılımlar getiriyor. Bu binalar akapunkturdaki minik ince iğneler gibi dünyanın belirli noktalarına saplanıp enerji akışını yeniden düzenliyorlardı.
Hatta dünyanın her büyük şehrindeki dikilitaşları düşünürsek ve bunların Mısır kaynaklı olduğunu düşünürsek bu görüş daha da güçlenecektir. Bildiğiniz gibi İstanbul’da da bir Dikilitaş bulunmaktadır. (Dikilitaşlar hakkında detaylı bilgi için:Türkçe Dikilitaş ve İngilizce Obelisk)

NAZCA ÇİZGİLERİ

nazcasekilleri Ley Hatları | Ley Lines
Peru’da havadan bakıldığında daha doğrusu ancak bir uçakla bakıldığında görülen (Google Maps ile uydu görüntüsüne bakabilirsiniz) çizgiler uzun zaman yerdeki insanları şaşırttı. Bir yol büyüklüğündeki devasa çizgilerin bazıları hayvan figürlerine sahipken bazıları anlaşılmaz çizgiler şeklindeydi. Binlerce yıl önce yere çizilen bu figürleri kim, neden, nasıl çizmişti? Sadece uçakla görülen bu çizgilerin yerde nasıl yapıldığı zaten ayrı bir araştırma konusu. Ama çizgilerin varlığı ve yapısı ve LEY akışı arasında ilinti çok yüksek.
http://en.wikipedia.org/wiki/Nazca_Lines
http://tr.wikipedia.org/wiki/Nazca_%C3%A7izgileri
Kaynak :http://www.gunesintamicinde.com/ley-hatlari-ley-line/

DÜNYA LEY HATLARI VE GİZEMLERİ DEŞİFRE


24 Kasım 2012 Cumartesi

Dünyanın Piramitleri Gizemli Uzay Bulutuna Enerji Işınları Gönderiyor.


NASA güneş sistemini sarmalayan garip foton bulutunu saklamasına rağmen, bu dünyaya bazı bilim adamları tarafından sızdırıldı. Ve şimdi, kaygı verici bulut yaklaşırken, güneşi ve gezegenleri ölçülebilir şekillerde etkiliyor. Şaşırtıcı bir şekilde tuhaf enerji uzayımızı istila ederken, dünyanın bazı en ünlü piramitleri yoğun enerji üretiyor. Gökyüzüne doğru, yabancı foton bulutuna doğru yükselen birçok inanılmaz görülebilir güç ışınları olayları iyi dökümante edildi.
Aynı zamanda tüm dünyadaki insanlar korkutucu sesler - gürültüler duymaya ve kaydetmeye başladılar, sanki Dünyanın kendisi inliyor ve ağlıyor. Tüm bu fenomenler - buna çalkantılı güneşin daha önce hiç görülmemiş devasa elektriklenmesinin ölçümleri de dahil - foton bulutuna merkezlenmiş görünüyor.
Kadim piramitler yüzyıllar, binyıllar süren uykudan uyanıyor.
Maya piramidi gürlerken turistler çığlık atıyor, diğerleri kameralarıyla videolar çekiyor. Ama arkasından deprem olmuyor, bunun yerine parlak ışık demetleri gökyüzüne, uzaya doğru atış yapıyor.
Ama uzaya inanılmaz bir enerji sütunu gönderen Maya Kukulkan piramidi, bunu yapan en son piramit idi.
Bosna Piramidi 2009 ve 2010'da Bosna güneş piramidi uzaya doğru kurşunkalem kalınlığında saf enerji ışını ışınladı. Son zamanlarda Çin hükümeti Xianyang piramidini aktivite işaretleri için yakından incelemeye başladı. Geçen yıl bir bilimadamı ekibi piramidi araştırdı ve onun dünya dışı orijinleri olabileceğine inanıyorlar.
Bu inanılmaz olayı vorteks patlaması izledi - buna tanık olundu ve filme çekildi - Meksika, Teotihuacan'daki ünlü Aztek Ay Piramidinin zirvesinden atış yaptı. Yoğun gücü olan enerji ışınları, vorteksler, kasırgalar... bu ne anlama geliyor? Enerji nereye yönleniyor ve neden? Yüzyılların geçişini sessizce işaret eden bu sessiz taş gözcülerin gizemli gücünü aktive eden neydi? 
Onları hayata getiren şey belki piramitlerin eylemlerinden çok daha inanılmaz olan bir şeydir: şu anda güneş sistemini sarmalayan galaktik boşluktan gelen bilinmeyen kuvvetin gelişi. Foton Kuşağı
NASA ve Avrupa Uzay Ajansı iki yıldır dünyayı 2012 - 2013 sırasında ortaya çıkabilecek yaklaşan felaketler hakkında uyarmakta. Şimdi seçkin astrofizikçi Alexey Demetriev, gerçekleşmekte olan şeyin daha kötü - NASA ve Avrupa Uzay Ajansının uyarılarından çok daha kötü - olduğunu iddia ediyor. Tüm güneş sistemimiz yoğun, potansiyel olarak ölümcül, yıldızlararası enerji bulutuna girdi.
Piramitler bilinmeyen, yabancı buluta tepki veriyor
Dr. Demetriev hem Voyager 1 hem de Voyager 2 roketlerinin tüm güneş sisteminin risk altında olduğunu bildirdiğini ortaya çıkardı. George Mason Üniversitesinden NASA Heliofizik misafir araştırmacı Merav Opher bu yıldızlararası enerji bulutunun istikrarsız ve çalkantılı olduğunu iddia ediyor.
Rus bilimadamı bu fotonik enerji bulutunun gezegenlerin ve özellikle güneşimizin atmosferlerini uyardığını ileri sürüyor. Bu yıldızlararası enerji bulutu güneşimizi uyarmaya ve onunla etkileşmeye devam ederken, güneşin daha aktif olmasına neden oluyor, bu da daha büyük faaliyet ve istikrarsızlık ile sonuçlanıyor.
Manyetik akış, güneş manyetosferi ve Yerküre’nin jeomanyetik alanları ile etkileşim çekirdek mutasyonlara, anormal alan vortekslerine ve süper fırtınalar, çılgın iklim salınımları ve – hepsinin en şaşırtıcısı – tüm gezegende duyulan atmosferik ve yeraltı armoniklere neden olabilir.
Piramitler – gezegenin manyetik kuvvet alanından yararlanmak için tasarlanmış yerküre enerjisi ve ileri kapasitörlerin doğal rezervuarları – savunmasız gezegen sistemimizi yutan sürüklenen uzay bulutuna saf enerji salıveriyor ve püskürtüyor.
Tahmin edilmiş armonikler 2011’in baharından beri duyuluyor, kaydediliyor ve tartışılıyor. Son zamanlarda, Youtube’ta tüm dünyadaki ülkelerden gönderilen bazı kayıtlar ortaya çıktı, bunlar insanları şaşırtıyor, bazen da korkutuyor, seslerin ne olduğunu bilmek istiyorlar.
Bunların bazıları sahte olsa da, diğerleri yeraltı ve atmosferik armoniklerin hakiki kayıtlarıdır. Garip yerküre armonikleri ile ilgili Geochange Dergisine verdiği son röportajında seçkin bilim adamı Profesör Dr. Elchin Khalilov şu analizi verdi:
“Bu seslerin olası nedeni Yerkürenin çekirdeğinde yatıyor olabilir. Gerçek şu ki, Yerkürenin kuzey manyetik kutbunun sürüklenmesinin hızlanması 1998 ve 2003 arasında beş kattan fazla arttı ve bu günkü aynı seviyede Dünyanın çekirdeğindeki enerji süreçlerinin yoğunlaşmasını gösteriyor, çünkü bu Yerkürenin jeomanyetik alanını oluşturan iç ve dış çekirdekteki süreçlerdir.
“Bu arada daha önce bildirdiğimiz gibi, 15 Kasım 2011’de Yerkürenin yerçekimi alanının üç boyutlu varyasyonlarını kaydeden tüm ATROPATENA jeofizik istasyonlarında neredeyse aynı anda güçlü bir yerçekimsel impals kaydedildi. İstasyonlar İstanbul, Kiev, Bakü, İslamabad ve Yogyakarta’da yayıldı, ki İstanbul ve Yogyakarta arasındaki mesafe 10,000 km. Bu tür bir fenomen sadece eğer bu yayılımın kaynağı Yerkürenin çekirdek seviyesinde ise mümkündür. Bu yılın sonunda Yerkürenin çekirdeğinden bu muazzam enerji salıverilmesi, Yerkürenin içsel enerjisinin yeni aktif bir aşamaya geçişini gösteren bir tür başlama sinyaliydi”
[Geochange Dergisi]
Ve profesörün teorileştirdiği gibi armonikler Yerkürenin çekirdeğinden yayılıyor. Benzer sesler bazen büyük depremlerden önce işitiliyor.
Ancak bu kez, sesler çok büyük depremleri haber vermiyor, bükülen manyetik alan ve dönen Yerküre çekirdeğinin titreşim değişimleri tarafından üretiliyor. Her şey Samanyolu Galaksisinin bizim bulunduğumuz bölgesini istila eden muazzam fotonik bulutun gelişine tepki veriyor.
Ne beklemeli.
Demetriev en kötüsüne hazırlanma uyarısı yapıyor. “On yıl sonra değil, birkaç yıl içinde”
Kaynak; http://beforeitsnews.com/story/1733/112/,
Worlds_Pyramids_Beaming_Energy_To_Mysterious_ Space_Cloud.html
Tercüme:Saffet Güler / 08 Şubat 2012
http://www.spiritualizm.com/sphaber/spirithaber273.html

20 Kasım 2012 Salı

MAYA KIYAMETİ



NASA’nın Jet Gücü Laboratuvarı (NASA/JPL), 21 Aralık 2012′de dünyanın sonunun geleceğini öne süren “Maya kıyameti” iddialarına yanıt vermek için bir video yayınladı.
Videoda, NASA/JPL bünyesindeki Dünyaya Yakın Cisimler Programı Dairesi’nin başkanı Don Yeomans, Maya kıyametiyle ilgili en yaygın iddialara tek tek yanıt veriyor.
Maya uygarlığının kullandığı takvimin Aralık 2012’de aniden sona ereceği ve bu tarihte dünyanın sonunun geleceği inancının hatalı olduğunu belirten Yeomans, “21 Aralık 2012 tarihinde takvim sona ermiyor. Bu tarihte sadece bir çevrim bitiyor ve yeni bir çevrim başlıyor. Tıpkı bizi takvimimizin 31 Aralık’ta bir çevrimi tamamlaması ve 1 Ocak’ta yeni bir takvimin başlaması gibi” diyor. Yeomans, bu tarihte uzak bir galaksiden kopup gelecek ve dünyaya çarpacak Nibiru isimli gezegenle ilgili söylenenlerin de yanlış olduğunu belirtiyor. Videoda, Yeomans, “Bu dev gezegenin dünyaya doğru geliyor olması lazım ama öyle bir şey olsa bunu çoktan görürdük. Bir şekilde görünmez olsa bile bu gezegenin diğer gezegenler üzerindeki çekim gücünü fark ederdik. Sürekli olarak gökyüzünü tarayan binlerce astronom böyle bir şey görmedi” diye konuşuyor. NASA’nın böyle bir durumu ört bas ettiği iddialarına da yanıt veren Yeomans, “Sürekli olan gökyüzünü inceleyen binlerce astronomun böyle bir şeyi yıllar boyunca kamuoyundan gizleyebileceğine inanabiliyor musunuz?” diyor.
GÜNEŞ FIRTINALARI OLAĞAN
Son dönemde sık sık yaşanan güneş fırtınalarının da konuyla bir ilgisi olmadığına, bunun güneşin 11 yıllık doğal döngüsünün bir parçası olduğuna dikkat çeken Yeomans, 21 Aralık 2012’de gezegenlerin bir sıraya dizileceği ve bunun deniz seviyelerini etkileyeceği iddialarına ise şu yanıtı veriyor:
“Birincisi 2012’nin aralığında herhangi bir dizilme durumu olmayacak. Olsa bile bunun dünya üzerinde bir etkisi olamaz. Güneş sisteminde Dünya’daki deniz seviyesi üzerinde etkili olabilecek iki gökcismi Güney ve Ay’dır. Diğer gezegenlerin dünya üzerindeki etkisi göz ardı edilecek kadar küçüktür” diyen Yeomans, iddia edildiği gibi dünyanın ekseninin kaymasının da mümkün olmadığını belirtiyor. Yeomans, “Farz edelim ki kaydı. Böyle bir durumun yaratacağı tek sorun, pusulalarımızı yeniden ayarlama zorunluluğumuz olur” diye konuşuyor.
(hürriyetplanet)

19 Kasım 2012 Pazartesi

3000 Yıllık Roket Heykelciği


3000 Yıllık Roket Heykelciği (foto)


Bazı arkeolojik kazılarda bilinen insanlık tarihini ve bilimleri sarsan eşyalar bulunuyor. Van'da
bulunan roket heykelciği bunlardan biri. Urartu medeniyetine ait olduğu anlaşılan ve yaklaşık 3000
yıllık bir heykelciği Cem Çobanlı ve araştırmacı Ali Cahit Cümbüşel incelediler.


YIL 1975 ... Van'ın güneydoğusunda bulunan antik kent Tuşpa'da (şimdiki adıyla Toprak­kale ) olağan arkeolojik kazılar yapılıyor. Fakat ortaya çıkarılan bir cisim hiç de olağan değil! Söz konusu cismi bulanlar şaşkınlık içinde kalıyorlar. Çünkü, bu günümüzden 3000 yıl önce yapılmış tartışmasız bir uzay aracı heykelciği. Araç daha çok atmosfer içi ya da kısa uzay yolculukları için tasarımlanmış.



Günümüz uzay araçları gibi!
Belirgin bir aerodinamik biçime sahip, tek kişilik bir modül. Bunlara ek olarak Şu özel­likleri de
var: Konik burun yapısı, dikey formlu kuyruk yapısı ve beşli motor yapısı. Kabinde bir astronot oturuyor. Yalnız başı yok! Büyük bir ihtimalle astronotun başı zamanla kopmuş. Oturma biçimi, günümüz uzay adamlarının uzay araçlarındaki oturuş biçimi ile aynı! Bacaklarını yukarıya doğru

çekip, karnına doğru bastırmış. Bilindiği gibi, astronotlar bu şekilde otu­rurlar. Böyle oturunca da karın kasları sıkışır. Bunun yararı şudur:Araç büyük bir hızla hareket edince kullanan öne eğilmek zorun­dadır. Eğer eğilmezse geriye doğru düşer.Buna da, insan vücudu tahammül edemez.

Astronot iki eliyle birtakım kontrol ve yönlendirme sistemlerini idare ediyor gibi görünüyor. Üzerindeki giysi ye gelince yine günümüz astronotlarının kullandığı türden, körüklü bir tulum. Ayağında ise botlar var.

Sanatta ileri bir uygarlık
Urartular, Doğu Anadolu'nun güney yarı­sında Van Gölü çevresinde 247 yıl (MÖ 859-­612) egemenlik sürmüş bir devletti. Heykelciğin bulunduğu Tuşpa kenti, Urartu­ların MÖ 830-714 yıllarında başkentiydi. Urartu sanatı oldukça ilerlemişti. Özellikle madencilik, kuyumculuk ve oymacılık alanla­rında başarılı eserler bıraktılar.
Bunlarda daha çok inançları doğrultusundaki Tanrıla­rını temel almışlardı. .


Gamalı Haç'a rastlanıyor
Urartuların özellikle sanatta Mitanni Uygarlığı'nın (MÖ 2 bin) etkisinde kaldıkları görülür. Arkeologlar, Urartuların aslında Asya içlerinden Anadolu'ya gelmiş Ari ırka mensup bir kavim olduğu görüşündeler. Bazı elişi yapıtlarında Swastika'ya (gamalı haç) rastlanması bu görüşü oldukça destekliyor.


Halen Istanbul Arkeoloji Müzesi'nde bulunan fakat sergilenmeyen heykelciğln üstten görünüşü.
Heykelcıgln
uzunlugu 22 cm, yüksekııgı 8 cm, genlşligı 7,5 cm

Agarta ilişkisi
Çünkü, Hitler'in çarpıtarak kullandığı Swas­tika, Tibet kökenli olarak biliniyor. Bununla beraber pek çok araştırmacıya göre de yüzyıl­lardır birçok doğu geleneğine konu olmuş ve Himalayalar'ın altında olduğu varsayılan gizemli ülke Agarta'ya ait özel bir semboldür.
İşte, Urartuların İç Asya kökenli oluşları, Swastika, kayalardan oyma tünelleri ve uzay aracı heykelciği gibi noktalar,insanın aklına ister istemez Urartu-Agarta ilişkisini getiri­yor. Buradan hareketle, heykelciğin uzay aracı olmasının yanı sıra, yeraltı tünel sistem­lerinde ulaşımı sağlayan bir tür araç da olduğu söylenebilir.

1949'da araştırmacı Alberto Ruz Lhuilller tarafından Palenk'te bulunan dev mezar taşı. Ortada görülen kişinin bir 
pilot ya da astronot olduğu düşünülüyor. Tasvir, karmaşık yapısı olan bir roketi çağrıştırmıyor mu?

Arkeolojiyi ve tarıihi sarsacak!
Tüm bunları bir yana bıraksak bile, Urartula­nn, Wernher von Braun'dan 2800 yıl önce böyle bir aracı biçimlendirebildiklerine göre, uygarlığımızı kat kat aşan ileri bir "zeka"nın bilgi birikiminden yararlandıkları kuvvetle muhtemeldir. Bu hipotez de, klasik arkeolo­jiyi ve tarihi, temellerinden sarsıcı bir niteliğe sahiptir.

Yakıt deposu nerede?
Aslında dikkatli okuyucu, fotoğrafları ve çizimleri incelediğinde, "Bu aracın yakıt deposu nerede?" sorusunu soracaktır. Doğru ya, böylesine güçlü motorlara sahip olduğu anlaşılan aracın, bu motor hacmiyle orantılı bir yakıt tankı olmalıydı! '

Bilinmeyen bır enerji ile ...
Fakat şunu göz önüne almak gerekir ki, 3000 yıl önce bu tür bir bilgiye sahip ya da ileri bir "zeka" ile ilişkide olan bir uygarlığın uzay araçlarında kullanacağı enerji, bugün bizce bilinmeyen, tanınmayan bir türde olmalıydı. 

Kım yaptı?

Bu olağanüstü obje şu anda İstanbul Arkeo­loji
Müzesi'nde. Fakat sergilenmiyor. Nedeni ise belli değil. Bu. konuda resmi bir açıklama yok! Bazılan diyorlar ki, bu heykelcik yeni­dir. 15-,20 yıllık bir geçmişi vardır. Bunu kim, hangi amaçla ve hangi bilgiye dayanarak yap­mıştır?
Hangi usta heykeltıraş, çağdaş roket teknolojisine hiç de uymayan bu formasyonu tasarımlamaya, ona o eski örünümü ver­meye uzun zamanlar ayırmıştır, hem de hiçbir çıkarı olmaksızın!


GALAKTİK İNSAN WEB TEAM

PHİLEDELPHİA EXPERİMENT


PHİLEDELPHİA EXPERİMENT

"YOK OLDU" ve 640 Km UZAKTA ORTAYA ÇIKTI.
MOLEKÜL TRANSFERİ GERÇEKLEŞTİMİ?
PHİLEDELPHİA DENEYİ
1943 yılında yapıldığı iddia edilen Philedelphia Deneyi'ni
anlatan bu yazı sekiz yıllık bir çalışmanın özetidir.Deney ile ilgili medyatik ciddi araştırmalar, 1980'de Philedelphia Deneyi'ni perdeye getiren filme izin verildikten sonra başladı. Daha öncelerde, kamuoyuna göre olay sadece saçma bir söylentiydi. Charles Berlitz ve William Moore'un ortak yazdıkları kitap dahi Daniken uçukluğunun yarattığı dalgaların içinde kaybolmuş ve yeterince ilgi görmeyerek, bir fantazi olarak kabul görmüştü.

Ama deney ile ilgili kuşkular hala sürmektedir, nedeni anlamsız bir söylenti dahi olsa aşağıda okuyacağınız olaylar dizisi, şaşırtıcı, düşündürücü ve gerçekçidir. Philedelphia Deneyi günümüz şartları gözönüne alındığında daha etkin ve düşündürücü bir iddiadır, olayda adı geçen bir avuç insandan geriye hemen hemen kimse kalmadığından kesin doğrulanma için ABD gizli arşivlerinin açıklanması gerekmektedir. Fakat, film için devlet tarafından zor izin verilmesi kuşku uyandırmakta ve dikkatleri yoğunlaştırmaktadır. Yaşamını Philedelphia Deneyi'ni araştırmaya adayan ve bir de "A-Z'ye Philedelphia Deneyi" adlı kitabı yazan ALFRED BİELEK bize tüm olanları anlatırken, "neredeyse delirme noktasına geldiğini söylüyordu; Philedelphia Deneyi tasarlanırken amaç çok güçlü bir elektromanyetik alanın sağlanarak gemilerin görünmez olmaları ve bu sayede  top mermilerinden ve denizaltıların atacakları torpidolardan korunmasıydı.

Hatta daha sonra, görünmezlik alanını bir benzerinin denizde değil, havada oluşturarak önemli üslerin görünmesinin engellenmesi de düşünülmüştü.

"EVRENSEL ZAMAN SAATİ"
Deneyin resmi ve bilimsel adı "PROJECT RAİNBOW" (Gökkuşağı Projesi) idi. Gökkuşağı Projesi, iddialara göre II.Dünya Savaşı sırasında küçük destroyer tipi bir savaş gemisinin başından geçti.Olayın yeri Philedelphia Deniz Üssü'ydü amaç ise gemiyi düşmanın fark etmemesi için görünmez yapmaktı.Projeye göre,fikir orjinaldi ve düşman radarları hiç fark etmeden gemi istenilen yerde birden ortaya çıkacaktı.Bilimsel tanımın adı;OPTİKAL GÖRÜNMEZLİKTİ; özel bir sistemle veya jeneratörle oluşturulan çok güçlü manyetik bir alan gemiyi saracak, ışınları veya radar dalgalarını büker yada kırarken gemi
görünmez olacaktı. Düşüncesi dahi bir mucizeye benziyordu ve iddialara göre de Gökkuşağı Projesi başarılı olmuştu. Yani gemi fiziksel olarak kaybolmuş ve tekrar geri dönmüştü. Tanıklara göre geminin üzerini bir pelerin gibi saran manyatik alan görevini yapmıştı. Fakat ana hedef geminin kaybolduğu yerde değil, bir başka yerde ortaya çıkmasını sağlayabilmekti yani daha yaygın bir deyimle "ışınlama" yapılmalıydı.Philedelphia Deneyi'nin temelinde yatan teori yani kuram "Birleşik alanlar teorisi" dir.Bu teori Albert Einstain'nin dir.Bu teori bu konuyla ilgili kişilerce "Elektronik kamuflaj" olarak tasarlandı.Einstein, bu teorisi 1925-27 arasında Almanya'da bir bilim dergisinde yayınlandı. Fakat Einstein,bu teoriyi daha denememiş ve daha tam anlamıyla geliştirmemişti. O zamanlardaki amaç, çok güçlü elektromanyetik alanın yapılarak gemilerin görünmez olmaları ve düşman kuvvetlerine karşı korunmasıydı.Hatta bu olayı havada oluşturarak üslerin görünmesinin engellenmesi de düşünülmüştü.Bu deneyin çalışmaları 1930 yıllarda "Project Rainbow"ismiyle başlatıldı. Başlatıldığı yer ise Chicago Üniversitesidir. 1 yıl sonrada bu çalışma Princeton Üniversitesinde devam ettirildi.bazı bilim adamları bu projede zaman zaman yer aldılar. Bunlar Einstein, Dr. Johnvon Neumann ve Dr. Nikola Tesla'dır.Dr. Alfred Bielek her 10 yılda bir Ağustosun 12'sinde manyetik enerji alanının tekrar oluştuğunu öne sürüyordu.1943'ten sonra 1963 ve 1983'te aynı olay olmuştu. sebebi ise "Senkronizasyondu" Enerji alanları tekrar toplanıyor, dalgalanarak ortaya çıkıyordu, fakat bu alanlar karmaşıktı. Neumann, 1986'da ölen Bielek'in anılarından yazdığına göre bu olayları doğrulamıştı.İfadesi teyp bantlarında vardı.
Eğer zaman kilidi yüksek ve güçlü bir enerji alanı ile bozulursa,ortaya çeşitli zaman ve mekan dengesizlikleri çıkar.Taki zaman yeniden kendini tamir edip yeniden dengesini bulanadek"

BİLİM ADAMI DR. MORİS K. JESSUP'UN
ESRARAENGİZ ÖLÜMÜ
Olayalar 1943 yılı haziran ayında başladı.Geminin adı USS Eldridge'di, DE 173 bir koruma destroyeri olarak sınıflandırılmıştı. Bir görgü şahidine göre,75 KVA gücündeki iki dev jeneratör geminin ön top taretlerinin altına monte edildi, buradan geminin güvertesine 4 manyetik ışın yayılacaktı. 3 RF vericisi ( Herbiri iki megavat CW gücündeydi ve onlarda güverteye monte edilmişti.),

3000 adet 6L6 güç artırıcı tüp,iki jeneratörün oluşturduğu gücü yayacaklardı, özel senkronizasyon ve modülasyon devreleriyle diğer ekipman,oluşan kütlesel elektromanyetik alanları kullanılırlığa indirgerken, kırılmış ışınlar ve radyo dalgaları gemiyi saracak ve sonuçta gemi düşman gözlemcileri için görünmez olacaktı.USS Eldridge adlı destroyer, Philedelphia Deniz üssü'nün önünde biraz açıkta duruyordu, gözlem gemisi olarak da SS Andrew Furuseth isimli bir şilep seçilmişti.İşte iddialara göre  Philedelphia Deneyinin ortaya çıkmasını sağlayan insan bu geminin personelinden bir gemicidir. Bu kişi Carl M. Allen imzasıyla, 1950 yılında Dr. Morris K. Jessup'a garip mektuplar gönderdi ama zarfın üzerindeki isim Carlos Miguel Allende'ydi, Mektupta yazılanlara göre Allende veya Allen, olayları baştan sona seyretmiş gibiydi,Jessup adres olarak verilen posta kutusuna mektup yazarak ayrıntı istedi ve bir mektup daha geldi; bu Allen, anlattıklarını kanıtlamak için hipnoz, sodyum pentatol ( bilinci uyuşturarak iradeyi kran doğruyu söyleten bir ilaç ) ve teyp kaydı istiyor,olayın etkin bir biçimde açıklanması halinde insanların böyle bir nakil sistemiyle YILDIZLARA BİLE GİDEBİLECEĞİNİ YAZIYORDU.Jessup ise kişinin tanıklık iddialarından en azından bir tanesinin  doğru olabileceğini söylüyordu. Aslında Jessup, matematikçi ve gök bilimciydi.Astro-fizik alanındaki çalışmaları nedeniyle Felsefe Doktoru ünvanını almıştı. İnkalar ve Mayalar'la ilgili çalışmalar yaptı. Bermuda üçkeni ve UFO konularında tezler yayınladı.İkinci mektuptan sonra Jessup, Deniz Kuvvetleri'nden bir davet aldı.Deniz Kuvvetleri Araştırma Bürosu'na gittiğinde eline bir kitap verildi ve kitap kendi yazdığı kitaptı, bir yıl önce Büro'ya postayla yollamıştı.

"THE CASE FOR THE UFO" adlı kitap taslağını Deniz Kuvvetleri'nden Amiral N. Furt'a yollamıştı ama Amiral haberinin olmadığını söylüyordu.Kitabın sayfaları üç değişik yazıyla yazılmış ve notlar alınmıştı, Dr. Jessup yazılardan birisinin Alle'nin yazısının aynı olduğunu fark etti. Notlar sanki DÜNYADIŞI BİRİSİNİN GÖZLEMİ OLARAK yazılmış gibiydi, BİNLERCE YIL ÖNCEKİ UYGARLIKLARDAN SÖZ EDİLİYOR, DÜNYAYA GELEN UZAY ARAÇLARI tarif ediliyordu,sonunda ise GÜÇ ALANLARINDAN, BİR MADDENİN NASIL KAYBOLUP,NASIL ORTAYA ÇIKARILABİLECEĞİ ve 1943'te PHİLADELPHİA'DA yapılan DENEYDEN bahsediliyordu.Normalde, saçma olarak tanımlanması gereken bu kitap, nedense ABD Hükümeti tarafından Pentagon'da üst düzey belli yetkililere özel olarak dağıtıldı.Carlos Miguel Allende veya Carl Meredith Allen yani Dr. Jessup'a mektup yazıp, deneyi anlatan kişi kimdi? Neden mektubu yazdıktan sonra kayboldu ve öyküsünü neden basına yollamadı? ABD Hükümeti, Jessup'un üzerinde notlar bulunan kitabıyla neden bu kadar ilgilendi? 1959 Nisan'ında Jessup, arkadaşı doktor Mason Valentine'i arayarak Deney ile ilgili kesin sonuçlara ulaştığını anlatarak ertesi gün buluşmalarını istedi,20 Nisan akşamı yemekte buluşacaklardı ama bu yemek gerçekleşemedi.Buluşacakları gece, Miami'de Hammock Parkı'nda Dr.Morris K. Jessup, arabasında ÖLÜ bulundu, polis raporlarına göre arabasında ekzoz gazıyla intihar etmişti ve söz konusu notlar ortada yoktu.Arkadaşları Jessup'un asla intihar edecek biri olmadığını söylediler, Valentine ise Jessup'un hastaneye götürüldüğünde hala sağ olduğunu öğrendiğini iddia etti fakat bunlardan bir sonuç çıkmadı ve olay kapandı. Acaba öyle miydi?
Jessup'un Philedelphia Deneyi ile ilgili çalışmalarına ne olmuştu? Bu çalışmalar kimleri, neden rahatsız etmişti? Bu gizem hala çözülmüş değil. Yoksa böyle bir oyunla Jessup kendisine mektup yazan kişi Allen tarafından veya başka güçlerle intihar süsü verilerek notlarıyla birlikte bir yeremi götürülmüştü?

DENEY BAŞLIYOR
Tanığa göre. 22 Haziran 1943'te sabah saat 09.00'jeneratörlere güç verilerek deney başlatıldı.Manyetik alan oluşuyordu; ardından yeşilimsi bir sis gemiyi örtmeye başladı ve USS Eldridge kayboluyordu; Olayın tanığı şöyle devam ediyor; "Bir an sadece geminin çıpasını görebildim, sonra oda kayboldu, ortada artık ne sis ne USS Eldridge vardı; Bomboş denize bakıyorduk, bizim gemide bulunan üst rütbeli subaylar ve bilim adamları korku, dehşet ve heyacan içinde nefeslerini tutarak bu inanılması güç başarılarını seyrediyorlardı. Gemi ve mürettebatı hem radarda hemde gözlerimizin önünde yok olmuştu. Her şey planlandığı gibi yürüyordu, 15 dk. sonra emir verildi ve jeneratörlerin şalteri kapatıldı. Önce hiç bir şey olmadı, arkasından yeşil sis tekrar ortaya çıktı ve USS Eldridge yeniden görünmeye ve ortaya çıkmaya başladı ama gemi nereye gitmiş ve nereden geliyordu?
Sis azalırken, birşeylerin tuhaf gittiğini hissediyorduk. Hemen gemiye yanaştık, ilk önce mürettebatın çoğunun geminin yanından sarkıp kustuklarını gördük,diğerleri ise geminin güvertesinde şaşkın şaşkın dolaşıyorlardı, sanki hiç birinin bilinci yerinde değildi.Yetkili ekipler gemiye girerek bütün mürettebatı kısa süre içerisinde uzaklaştırdılar ve yerlerine hazır bekletilen yeni bir mürettebat aldı. Bir iki gün sonra, yeni bir deneye daha karar verildi. Gemi istenilen radar görünmezliğine ulaşmıştı, donanım değiştirildi ve28.Ekim.1943'te deney yine aynı gemide tekrarlandı. Jeneratörler çalışmaya başladıktan hemen sonra Destroyer hemen hemen görünmezlik çizgisine ulaşmıştı, sadece burnu ve arkası görülüyor, arada ise bazı çizgiler belli belirsiz seçiliyordu. Sonra sadece su üzerinde tekne boyunda bir çizgi kaldı. Bir iki dakika sonra mavi bir ışık parladı ve o çizgide yok oldu. Şimdi gemi tamamen yokolmuştu. Bir kaç dakika sonra millerce uzakta Norfolk'ta ortaya çıktı. Göründükten biraz sonra bilinmeyen bir nedenle yine kayboldu ve Philedelphia'da tekrar ortaya çıktı. Bu kez durum çok ciddiydi, tüm mürettebatın başı beladaydı. Bazıları yok oldu ve bir daha geri dönmediler.Bu olayın en korkunç bölümü ise beş tane denizcinin geminin eriyen ve sonra yine katılaşan metal levhalarının içinde kalmalarıydı.Bu çok feci bir durumdu. Denizcilerin birisi kurtuldu fakat bir daha eski haline dönemedi.Aklını tamamen yitirmişti ama yapacak hiçbir şey yoktu. Bazılarının psişik yetenekleri gelişmişti, sokakta yürürken kaybolan ve yine ortaya çıkan insanlar vardı. Manyetik alanın içinde kalan mürettebattan kaybolanlar ancakbirisinin yüzüne ve eline dokunulmasıyla görünür hale geliyorlardı, yani dokunmanın giysinin olmadığı bir yere yapılması gerekiyordu. "DONMA" adı verilen bu olay saatlerce, günlerce sürebiliyordu, hatta bir tayfa tam altı ay donmustu ve altı ay sonra kurtarılabilindi. Elektronik kamuflaj başladıktan sonra geminin ve mürettebatının bütünüyle kaybolup, çok uzak bir yerde ortaya çıkıp ve sonra yeniden geri dönmesine neden olan neydi? diyor olayın tanığı.

PHİLADELPHİA DENEYİ HAKKINDA

Gemi nasıl Norfolk'a gitti? Neden yine Philedelphia'da bir yere gitmedi? Levenson'un "Zaman Kilitleri"mi neden olmuştu? Biz bir zaman dizisi içerisinde yaşıyoruz her hareketimizde bir an geçiyor ve zamanı olmadan süregelen uzayla çevriliyiz. Uzay-Zaman içinde bir yerde, bir an için varolduğumuzda, oluşan zaman karesi yani o anın resmi, lokal uzay / mekan koşulları gereğince yakalanır ve dünyadan çıkarak güneş sistemine yayılır ama uzaya gitmez ve Güneş sisteminin çevresinde yörüngeye girer.Bu "Işınlanma" gibidir.Yani her hareketimizin bir resmi çekilip, uzaydaki albümde yerini almıştır.Bu sonsuz zamanresimleri veya dilimleri Yaradılıştan beri vardır.Yani dünya zamanı içinde değilde, uzay zamanı içinde geri dönüp tüm resimleri görebiliriz. Bu oluşumun diğer koşulu bugünün emilme özelliğidir,içinde bulunduğumuz an bir balon gibi şişerek holografik bir görüntü oluşturur; bu tekbir anlık resimlerin biriktiği bir alandır ve özel bir uzay alanındadır. Yani o alanda bu an geçmişdeki tüm anlar vardır; işte USS Eldridge'nin Norfolk'ta ortaya çıkmasının nedeni geçmişinde orada bulunmasıdır; çarpılan uzay-zaman alanında geminin geçmişte orada bulunduğu anı resmi ortaya çıkmış ve gemi görünmüştür.Yani o anda hem Philedelphia'da hemde Norfolk'tadır. Eğer zaman alanını yeterince bozabilirsek,bir yerde görünebilir, dünya-zamanda değil, uzay-zamanda yer değiştirmiştir. Sebebi daha önce oradaydı.Eğer olay sırasında ve transfer tamamlanmadan önce birisi enerjiyi durdursaydı, madde parçacıkları ışınlanarak emilecek kaynağına doğru yani geriye vakumlanarak bu andaki orjinal yerine dönecekti. İki tane balon düşünün; birisinin içinde Philedelphia'da USS Eldridge bulunsun; Diğer balon ise Norfolk'ta ama içi boş; Bu boş balonda madde olmayan holodrafik görüntü beliriyor ve bu görüntü geçmişte bir yerde olan uzaysal bir imaj.Geçmişteki her zaman resmi bir holografik bir imaj balonu olarak vardır,Bunu bir çizgi filmin kareleri olarakta düşünebilirsiniz. Bu resim dizisi her varolan her şey için oluşmaktadır. Eğer biz Philadelphiya'da bulunan USS Eldridge'nin kendisinin bulunduğu dolu balonu sıkıştırırsak, Norfolk'daki boş balona giden maddi bir bağlantı koridoru yada madde tüpü oluştururuz.Yani imaj gemiye doğru...Bu noktada, kaynağın dörtte biri boş,hedefin dörtte üçü doludur, işte tam bu anda birisi balonu sıkıştırmayı durdurursa ne olur? Işınlanmış madde dalgalar halinde geri dönerek orjinal uzaysal alanına geri döner yine vakum yaparak balonunu doldurur. Basınç yani sıkıştırma enerjisi "Yüksek şiddette titreşen manyetik alanlar" transferden önce serbest kalmıştır. Sonuç dalgaları dev bozucu veya distortional etkiler yaratarak kütleyi alanında hacimsiz bırakırlar. Canlı organizmaların kayıt alanındaki etkileri kağıt gibi incedir, dalga yerini alırken tüm dalgaların kaydı sırasında kurbanlar hayalet kayıtlara dönüşürler. Bu bio-plazmik alanın bozulması ciddi fiziksel sorunlara yol açabilir; Bu olasılık öldürücü ve şaşırtıcıdır ama yapacak bir şey olamaz,
Eğer amaç görünmezlikse, çeşitli tanım ve yorumlar getirebilir. Ama niçin gemi suya batmamış ve ya karada bir kentin ortasında belirmemiştir sorusunun cevabı yukardadır, zira geçmişin resimlerinde bunlar yoktur. Ve negatif sonuçlara göründüğü kadar bakılırsa, deneyde yanlış giden birşeyler vardır. Ama bunlar nelerdir?

PHİLADELPHİA DENEYİ OLASI BİR DENEYDİR
Philedelphia Deneyi bu bilimsel anlatımlardan sonra bugün 1943'te olduğundan
daha güncel.Yeni kaynaklardan yeni ayrıntılar öğrenilmekte ,başka bir iddiaya göre projede görev alanların beyni yıkanarak, gördüklerini unutmaları sağlanmıştı.
Fakat yıllar sonra anılar geri gelmeye başladığı için yaşayan tanıklar konuşmaya
başladılar. Bielek bu yeni iddialardan kitabında söz ediyor.
AKLA GELEN BAZI SORULAR
* Philedelphia Deneyi, 1943 yılında gerçekten USS Eldridge adlı bir destroyerde veya başka gemide mi yapıldı? Bu gemiye ne oldu?
* Gerçekten göz açıp kapanıncaya kadar koca bir destroyer 640 km uzağa gidip geldimi?
* Her iki deneyde yer alan mürettebata ne oldu? Şimdi neredeler ve 54 yıl sonra hala yaşayanlar varmı?
* İçlerinden hiçbirisi ortaya çıkıp, olayı neden anlatmadı?
* Nasıl olduda ABD Deniz Kuvvetleri, böylesine önemli bilimsel adımı 50 yıl saklayabildi?
* Böylesine korkunç bir sonuca ulaşan bu teknoloji nasıl bir şeydi?
* Einstein'in "Birleşik Alan Kuramı" gerçekmiydi?
* Peki bu kuram geliştirilip, tamamlanmışmıydı?
* Bu gün Philedelphia Deneyi ile ilgili dosyalar hangi kapalı kapının ardında saklanıyor?

Dr. Valentine, Charles Berlitz'le yaptığı röpörtajda şöyle diyordu; Bence Philedelphia Deneyi bilinen ve alışılmış yollarla açıklanamaz. Bazı bilim adamları atomun temel yapısının, madde parçacıklarından değil, elektromanyetik alanlarda oluştuğu görüşündeler. Bu çok karmaşık enerji alanlarının birbirlerini etkilemesi olayıdır. Eğer böyle bir evrenin içinde maddenin katlı fazları bulunmasaydı, şaşılırdı. Bu fazların birisinden birisine geçilmesi bir yaşamdan ötekine geçmeye benzer. Boyutlar arası değişmedir yani dünyalar içinde dünyalar olabilir. Manyetik alanların karıştırıcı olarak değişimler yaratabileceğinden kuşkulanılıyordu. Maksatlı olarak, olağan dışı manyetil koşullar yaratılması hem fiziksel, hemde yaşamsal olarak maddenin fazını değiştirebilir. Bu durumdada, bağımsız bir varlık olmayan ama içinde bulunduğumuz yaşama benzer belirli bir madde / zaman / enerji boyutunun
bir parçası olan zaman faktörünüde çarpıklaştırır. Kısacası deney olasıdır demiştir.
Türkiyede'de "Yok Oldu" adıyla yayınlanan "Thin Air" adlı
( Bu kitabı George E. Simpson ve Neil R.Burger yazmışlardır)kitapdada anlatıldığı gibi çıldıran ve inanılmaz değişimler gösteren mürettebatın çoğu ölmüş veya gizli bir yerde ölümü beklemektedirler.
Temennimiz bir gün bu gizli dosyaların ortaya çıkıp bu olayların açıklanmasıdır.

HAZIRLAYAN GALAKTİK İNSAN WEB TEAM